İBRAHİM YÜNCÜLER
TBMM Genel Kurulu'nda zeytinlik alanların madencilik faaliyetine açılmasını da içeren torba kanun teklifi görüşmeleri devam ediyor.
Milletvekilleri birer dakika söz alarak, Sanayi, Ticaret, Enerj, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı ve AKP Bursa Milletvekili Mustafa Varank'a kanun teklifine ilişkin sorularını sordu.
“KANUN TEKLİFİ; HUKUK DEVLETİ İLKESİNE AYKIRILIK TEŞKİL ETMEKTE”
Kocamaz, kanun teklifinin, her ne kadar ülkenin yenilenebilir enerji yatırımlarını teşvik etmek ve madencilik sektöründe bürokratik süreçleri hızlandırmak gibi gerekçelere dayandırılmış olsa da geneli itibarıyla, çevre hukuku, anayasal mülkiyet ilkeleri, kamu denetimi ve idari şeffaflık bakımından son derece sakıncalı düzenlemeler içerdiğini söyledi.
“Teklifte yer alan maddeler, yalnızca çevresel ve toplumsal hassasiyetleri göz ardı etmekle kalmamakta” diyen Burhanettin Kocamaz, aynı zamanda Anayasa ile güvence altına alınmış hak ve ilkeleri zedelemekte, kamu yönetiminde hesap verebilirliği ortadan kaldırmakta ve doğrudan hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil etmekte olduğunu vurguladı.
ÖZEL SEKTÖR LEHİNE SINIRSIZ ŞEKİLDE TAHSİSİ KOLAYLAŞTIRIYOR
Özellikle teklifin birçok maddesinde, doğal kaynakların Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü eliyle özel sektör lehine sınırsız şekilde tahsisini kolaylaştırdığına dikkat çeken Milletvekili Kocamaz, böylece, kamu yararını gözeten denetim, izin ve halk katılımı süreçlerinin işlevsizleştirilmekte ya da tamamen ortadan kaldırılmakta olduğunu vurguladı.
“Teklifle, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED), raporları yerli ve yabancı şirketler için adeta bir formaliteye dönüşmektedir” diyen Kocamaz, “Maden ve benzeri yatırımlarda ÇED raporları yeterince incelenmeden, verilmesi özellikle ormanlık alanlarda, tarım arazileri, zeytinlikler ile su kaynakları üzerinde geri dönüşü olmayan çevre katliamlarına yol açacaktır.
“ÇEVRESEL KARAR ALMA SÜREÇLERİ TEK MERKEZLİ BİR YAPIYA DEVREDİLMEK İSTENİYOR”
Kanun teklifi ile çevre ile uyum teminatı uygulamasına son verilmiş, bunun yerine ‘rehabilitasyon bedeli’ adı altında yeni bir ödeme yükümlülüğü getirilmiş, ayrıca ‘rehabilitasyon bedeli hesabı’ adıyla kamu bankaları nezdinde bir fon sistemi tanımlanmıştır.
Bu fonda birikecek olan paraların kullanımı ise aralarında dört bakanın da yer aldığı Cumhurbaşkanı Yardımcısı başkanlığında oluşturulan bir ‘kurul’un takdirine bırakılmıştır. Kurul, sadece fon konusunda değil, stratejik ve kritik madenler ile ‘üstün kamu yararı’ kapsamında ÇED konusunda da karar alabilecek.
Kurulda, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, üniversiteler ve çevre bilim insanlarına hiçbir şekilde yer verilmemiştir.
Bu durum da çevresel karar alma süreçlerinin tek merkezli bir yapıya devredilmesi, dolayısıyla toplumsal ve bilimsel denetimin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.
ÖZEL ŞİRKETLERİN DEVLET ORMANLARINDA HAK SAHİBİ OLABİLMESİ VE RUHSATLANDIRILMASI MÜMKÜN KILINMAKTA
Teklifte, devlet ormanlarında madencilik faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin izin süreçlerinde çevrenin tahrip edilmesi yönünde köklü bir değişikliğe gidilmektedir.
Düzenleme ile Orman Genel Müdürlüğü tarafından ormanlık alanlara bedelsiz olarak izin verilmesi adeta zorunlu hale getirilmekte, bu izinler yatırımcılara devredilerek özel şirketlerin devlet ormanlarında hak sahibi olabilmesi ve ruhsatlandırılması mümkün kılınmaktadır.
Bu uygulama, Anayasa’nın 169. maddesi ile açıkça çelişmektedir. Anayasa’nın söz konusu maddesi, ormanların devlet eliyle yönetilmesini, tahsis ve tahrip edilmemesini, özel şahıslara devredilmemesini açıkça hükme bağlamıştır.
“ANAYASA’NIN AMİR HÜKÜMLERİNİN ARKASINDAN DOLANILMAKTA”
Düzenleme ile fiilen ‘kamu eliyle özel sektöre tahsis’ rejimi kurulmakta, böylece Anayasa’nın amir hükümlerinin arkasından dolanılmaktadır.
Böylece ormanlık alanlarla birlikte, sit alanları, turizm bölgeleri, mera ve sulak alanlarda fiilen maden sahasına açılabilmektedir.
Bu düzenleme de, işin en vahim olan yanı ise, ormanlar dahil olmak üzere bazı hassas alanlar için resmi kurumlara, ÇED süresinde en geç üç ay içinde görüş bildirme zorunluluğu getirilmekte, bu süre içerisinde görüş bildirmeyen kurum olumlu görüş bildirmiş yani ‘izin vermiş’ sayılmaktadır.
Bu durum, Anayasa’nın 125. maddesinde öngörülen idari işlemlerin hukuka uygunluk denetimi, idarenin hesap verebilirliği, yetki ve genellik ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
Bu uygulama, sadece çevre tahribatı açısından değil, aynı zamanda kamusal mülkiyetin özelleştirilmesi ve doğal varlıkların metalaştırılması bakımından da ciddi sakıncalar barındırmaktadır.
“BU UYGULAMA, VATANDAŞIN RIZASI DIŞINDA TOPRAKLARINDAN EDİLMESİ RİSKİNİ DOĞURMAKTA”
Teklif ile ‘stratejik’ ve ‘kritik’ maden kavramları mevzuata ilk kez sistematik olarak dahil edilerek ve bu nitelikte sayılan madenler için acele kamulaştırma yolunun da önü tamamen açılmaktadır. Düzenlemede ‘stratejik’ veya ‘kritik’ sayılacak madenlerin neler olduğu açık ve aleni biçimde yazılmamış, bu takdir yine Cumhurbaşkanlığı bünyesinde kurulacak olan kurula bırakılmıştır. Bu uygulama, özellikle kırsal bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızın rızası dışında topraklarından edilmesi riskini doğurmaktadır. Arazi mülkiyeti, bu bölgelerde yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve kimliksel bir değere sahiptir.
Ayrıca ‘stratejik ve kritik maden’ adı altında getirilen bu düzenleme, idarenin sınırsız ve belirsiz bir takdir yetkisi kullanmasına, özel mülkiyetin hukuki güvenliğinin ortadan kalkmasına ve kamu gücünün siyasal amaçlarla kullanılmasına, yeraltı madenlerimizin açıkça başka ülkelere peşkeş çekilmesine kapı aralamaktadır.
Ülkemizin stratejik ve kritik madenlerini kimlere ya da hangi ülkelere hangi akıl ve hangi yetkiyle, nasıl bir söz verdiniz? Çıkıp burada milletimize açıklayın?
“MADEN SAHALARI, KAMUYA AİT STRATEJİK DOĞAL KAYNAKLARDIR”
Birinci bölümde yer alan bir başka düzenlemede, maden ruhsatlarının ihaleye açılması hususunda hangi sahaların ihaleye konu edileceği yetkisi, tek başına Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü uhdesine bırakılmaktadır.
Bu durum, kamusal doğal kaynakların hangi gerekçeyle, ne zaman ve kimlere tahsis edileceği konusunda idarenin sınırsız takdir yetkisiyle donatılması anlamına gelmektedir.
Maden sahaları, kamuya ait stratejik doğal kaynaklardır. Bu kaynakların tahsisi sürecinin, belirli kurallar ve şeffaflık ilkesi çerçevesinde yürütülmesi gerekirken, getirilen düzenlemeyle ihaleye açılacak alanların belirlenmesi tamamen idarenin keyfi kararına bırakılmaktadır.
Bu yetkinin sınırları belirlenmemiş, objektif kriterler öngörülmemiş, kamu denetimi mekanizmalarına yer verilmemiştir. Bu da kamu gücünün, denetlenemez ve hesap sorulamaz bir alan haline gelmesine neden olacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
Teklifin zeytinliklerle ilgili düzenlemesinde, özellikle kömür madenciliği için ihtiyaç duyulan ve üzerinde zeytin ağaçları olan arazilerin maden işletimine açılması amaçlanmaktadır.
Buna göre zeytin ağaçlarının öncelikle aynı ilçe ve il olmak üzere başka bir araziye taşınmasına, zeytin ağaçlarının taşınmasının mümkün olmadığı durumlarda ise maliklere hazine arazilerinin rayiç bedel üzerinden kiralanması ve üzerine eşdeğer oranda bahçe kurulması hedeflenmektedir.
“BU DÜZENLEME İLE 3573 SAYILI ZEYTİNCİLİK KANUNU FİİLEN YOK SAYILMAKTA”
Ayrıca bu düzenleme ile 3573 Sayılı Zeytincilik Kanunu fiilen yok sayılmaktadır. İlgili kurumların ÇED konusunda olumlu yönde görüş bildirmemeleri durumunda Cumhurbaşkanlığı Yardımcısına bağlı kurul, burada da devreye girerek “üstün kamu yararı” adı altında maden şirketlerine izin verecek ve zeytinlikler talan edilecektir.
MERSİN’DE ZEYTİN KESİMLERİ KATLİAMA DÖNÜŞTÜ
Ayrıca Mersin gibi birçok il ve ilçemizde Zeytin Kanunu dikkate alınmayarak, asırlık zeytin ağaçları, özel ya da kamu alanında olup olmadığına bakılmaksızın, orman alanlarına dikilmiş olduğu gerekçesiyle Orman Genel Müdürlüğü tarafından kesilerek yok edilmektedir.
Şuanda adeta katliama dönüşen zeytin ağaçlarının kesim işlemleri, geçimini zeytin ve zeytinyağı üretiminden sağlayan ve başka hiçbir geliri olmayan köylüler için büyük bir mağduriyete dönüşmüştür.
Halbuki birkaç yıl önce aynı Bakanlık, orman vasfını yitirmiş alanlara, zeytin ekilmesi amacıyla tahsisler bile yapmıştı.
Şimdi ise hazır yetişmiş 60-70 yaşındaki ağaçları keserek zavallı köylülerimizin ekmeği ile oynamaktadır.
Adama sorarlar! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Zeytin zaten orman bir ağacıdır. Köylülerimizin talebi, bu bölgelerin orman alanlarında zeytinlik olarak muhafaza edilmesi, olmuyorsa ormanlık alandan çıkarılarak doğrudan satış ya da ecrimisil yoluyla vatandaşlara tahsis edilmesidir.
Unutulmasın ki, zeytin ekonomiye katkı sağlayan ve kolay yetişmeyen bir ağaç türüdür. Ayrıca bu ağaçların kesilmesi, Zeytin Kanununa da aykırı bir durumdur. Bu konuda acilen bir düzenleme yapılmalı, bürokratlarla köylülerimiz karşı karşıya getirilmemelidir” diye konuştu.