Kesin olan kararımı iyice pekiştirdim.
Mersin’in önde gelen temel sorunu umarsızlıktır, vurdumduymazlıktır, bananeciliktir.
Tepki vermekten uzak, kayıtsız.
Hatta duygusuz.
Çare aramayan.
Sürekli şikayet eden.
Şehrine sahip çıkmak yerine sürekli sahip çıkacak birilerini arayan insanların şehriyiz.
Bana göre “sahipsiz Mersin” falan değiliz.
Birinci sınıf umarsızız.
Başka ülkede olsak “şuursuz” derler bizim gibilere.
Bizimse umurumuzda olmaz.
Atına binip hem ağlayan hem giden yeni gelin bizlerin eline su dökemez.
Saymakla bitmez umarsız karakterimizle ile ilgili örnekler.
Ben son birkaç ay içerisinde şahit olduğumuz bir kaçını yazayım siz aklınızdakileri ekleyin listeye.
Gözne-Ayvagediği-Değirmendere üçgeninde ruhsatlandırılan ve yakında faaliyete geçmesi beklenen krom ocağını yazdım.
Yöre insanı dahil hiç kimseden ses çıkmadı.
Ne zaman çıkar?.
Menfaatlerine dokunduğu, rahatlarının kaçtığı gün başlarlar şikayete.
Yine Abdullah Ayan yazdı.
Aynı bölgede benzer türlerde çeşitli çalışmalara start verilecek.
Yine hiç kimselerden ses çıkmadı.
Sonuncusu ibretliktir.
İbretlik dediğim sözün gelişi bu şehirde.
Şehrin en büyük sivil toplum kuruluşu olarak yere göğe sığdıramadığımız MTSO namlı STK’mız ile bazı sanayi kuruluşları arasında başlayan sözde işbirliği çalışmaları.
Ne diyor MTSO Başkanımız;
“Sene başından itibaren 2025’i yeşil dönüşüm yılı ilan ettiklerini hatırlatarak bu konuda yürütülen çalışmalar hakkında bilgiler de paylaşan Çakır, karbon ayak izinin azaltılmasından yeşil dönüşüm için gerekli tüm proseslerde destek olmaya hazırız.”
Araya da can alıcı lafı sıkıştırıyor.
“Önceliğimiz yeşil dönüşüm.”
Şunu anlıyorum.
MTSO kuruluş amacına ve görevlerine uygun olarak söz konusu kuruluşlarla elbette ki işbirliği yapacak.
İtirazımızda olmaz, lafımızda.
Ama halihazır durumu ortaya koymak, sormak, sorgulamakta gerekmiyor mu güzel kardeşim.
Sen yeşil dönüşümden, karbon ayak izinden bahsediyorsun ya.
Bahse konu o kuruluş çeyrek asra yakın bir süredir zehirli atıklarını ortadan kaldırmak için çaba sarf etmez.
Yığar o atıkları bir kenara.
Yağmur yağar su olur zehir karışır denize.
Dağın başına yaptıkları havuz patlar, çevre felaketi yaşanır.
Üstünü örter güya;
Rüzgar alır götürür sözde örtüyü, bu kez toz olur yağar o zehir Mersin’in üzerine.
Havadan, sudan, yerden kirletir de kirletir.
Zehirle beslenen o güzelim topraklarda yeşillikler, sebzeler yetiştirilir.
Tüm ülkeye gönderilir.
Artık zehirli toprakların bereketindenmidir nedir, ürünler bol ve çeşitli, müşterisi daha bir iştahlıdır.
Yeriz afiyetle.
Yiyenin şikayeti olmaz.
Tesisin kılı kıpırdamaz.
Yetkililer dert etmez.
Çare aranmaz.
Çözüm üretilmez.
“Sahipsiz Mersin” der içimize atar, dertleniriz ufak ufak.
Derdim kimseyi eleştirmekte değildir.
İki elin parmakları kadar MTSO yönetimi gördü bu dertlenmelerim.
Halimizi ortaya koymaktır yazımın nedeni.
Belki birileri halimize acır da “sahip” çıkar.
“Bırak bu yeşil kuşaktı, dönüşümdü, karbon izi ayaklarını da, önce bahçeni temizle bakayım” der.
Der mi?.
Umarsızın umudu da böyledir işte.
**
Sevdiğim Laflar:
“AT’A EYERİ İLE KIYMET BİÇME!..”